30 Eylül 2008 Salı
Bayram
Arife günü oruk (içli köfte) ve kömbe yapacaktım. Ama yorgunluktan ve moral bozukluğundan günlerdir mutfağa girmiyorum. Yemekleri Şenol yapıyor, çayımı getiriyor, ben düzelene kadar... Artık depresyondayım diyebiliriz...
20 Eylül 2008 Cumartesi
etli bamya
Geçen haftasonu hem cumartesi hem de pazar akşamları yemekte misafirlerimiz vardı. Yemeklerin tarifini yazabileyim diye kendi kendime malzemeleri ölçerek kullanacağıma ve fotograflarını çekeceğime söz vermiştim. Ama tabii o telaşta yapamadım...
Yuvarlama ve aşur (keşkeğe benzer bir Antakya yemeği) yaptım. Tarifler ve fotograflar başka bir zamana.
Bugün bamya yaptım. İnanmayabilirsiniz ama benim en sevdiğim yemeklerden biri... Hani şu Axess reklamındaki gibi, "bir insanın en sevdiği yemek bamya olabilir mi?". Yapmayı bilirseniz olabilir, neden olmasın...
Malzemeler (3-4 kişilik):
Yarım kilo bamya (küçüklerinden seçilmeli, öyle kocaman kocaman bir kaç parçaya bölünerek yenilenlerinden değil),
200 gr parça kırmızı et
1,5 kg olgun kırmızı domates
2 diş sarmısak
yarım su bardağı haşlanmış nohut (olmasa da olur)
2-3 kaşık sıvı yağ
2 limon
Yapılışı:
Buzlukta haşlanmış nohut bulundurmuyorsanız bamyaları ayıklamaya başlamadan düdüklü tencereye bir miktar nohut ve su koyup pişmeye bırakın.
Ne de olsa mutfakta da paralel prosesi arttırmaya çalışmalıyız. :)
Bamyaları ayıklayın. Yemeğin suyunun sünmemesi için sapları koni şeklinde kesin (ortasındaki delikler görünmeyecek şekilde).
Kuşbaşı doğranmış et sıvı yağda yavaş ateşte kavurun.
Bu arada domatesleri soyun ve doğrayın.
Kavrulmuş olan ete domatesleri ekleyin.
2 diş sarmısağı, 1 limonun suyunu ve tuz ekleyin.
Domateslerin suyunu çekip tencerenin dibine tutmasını bekleyin.
Bu arada bamyaları yıkayın. Sünmemesi için limonlu suda biraz bekletin.
1 lt kadar soğuk suyu artık iyice pişmiş olan domateslere ekleyin ve limonlu suda bekleyen bamyaları da süzerek tencereye atın.
Haşlanmış nohutları da ekleyin.
Yarım saat kadar bamyaların pişmesini bekleyin.
Afiyet olsun...
2 Eylül 2008 Salı
Ramazan'da olmazsa olmaz meyan şerbeti
Ramazan’ın ilk haftası annem bizde. Annem ilk iftar sofrasını hazırlamak için uğraşırken dolapta yaz tatili dönüşü Antakya’dan getirdiğim meyan köklerini bulmuş. Ramazan’ın ilk günü bu elime geçtiyse şerbet yapmasam olmaz diye düşünmüş.
Akşam geldiğimde buzlukta bir sürahi meyan şerbeti vardı.
Tabii buna biz şerbet diyoruz ama kardeşim ve eşim bunun şerbet değil zıkkım olduğunu düşünüyorlar....Tadı oldukça kendine has, hiçbir şeye benzemez. İçtikten sonra ağızda bıraktığı tat ise uzun süre kalır. Ramazan’da naylon poşetler içinde, bir parça buzla eve getirilmesi adettendir...
Ben daha önce meyan şerbeti yapmayı denemiştim ama pek bir şeye benzemediği için (demi çok az olmuştu) ne fotografını çekmiştim, ne de tarifini yazmıştım.
Annem kökü kullanırken eli bol davranmış, bir sürahinin yarısına kadar kök doldurup üstüne su eklemiş. Bir kaç saat bekledikten sonra temiz bir tülbentle süzmüş.
Sonuçta ortaya çıkan şerbet de oldukça koyu renkli ve yoğun lezzetli olmuş. Ben biraz su ekleyerek içtim.
9 Ağustos 2008 Cumartesi
bir cumartesi gecesi sıkıntısı
İlginç bir hayatım olmadığından olabilir mi? Ne de olsa doktora yapan biriyle evli olduğumdan planladığım ya da istediğim her aktiviteyi yapamıyorum.
Bu cumartesi akşamı için de bilgisayar başında oturmaktan başka planlarım vardı. Çubuklu Hayal Kahvesi'nde yer ayırtmıştım. Gece birlikte dışarıya çıkmayalı o kadar uzun zaman oldu ki... Üstelik, geçenlerde sevgili kocacığımın doğumgününü unutarak evimizin ayısı sıfatını üstüme almışken, hem ona karşı bir özür hem de yoğun işlerimiz arasında bir nefes olur diye düşündüm. Ve ona da sordum, cumartesi gideriz di mi diye. Her zamanki gibi tabii gideriz dedi. Ama ondan sonra akşam olup sıra hazırlanıp gitmeye gelince, başım ağrıyor, uykum var, makalemi hazırlamam lazım vs vs gibi bahaneler dizildi önüme. Bir de başlıbaşına iptal etmiş olmamak, yalnızca ertelemiş olmak için "yarın gitsek olmaz mı canım?". Olur, olur da, yarın olsun bakalım gidecek miyiz?
Ben de yine, bir kez daha, haftasonu planlarıma kocamı dahil etmemek konusunda karar verdim.
Yazın başında arkadaşlarımızla birlikte, daha doğrusu benim liseden arkadaşlarımla birlikte Adalar'a gitmeye karar vermiştik. Şenol'un yine bir işi çıktığından gelemedi. Neyse ki onu bırakıp gitmeme bozulmuyor. :) Ben de onsuz gittim. Nurhak'ın zavallı eşi Recep de bu yüzden dört kıza yalnız başına bekçilik etmek zorunda kaldı.
Burgaz Ada'ya gittik ve öğretmenevinde kaldık. Çok konforlu olmasa da beklentilerini düşük tutunca insan oradan çok memnun ayrılabilir. Çok güzel, denize bakan bir bahçesi var. Bahçedeki dut ve erik ağaçlarından meyve topladık. Tam da dut zamanıydı ve tabak tabak dut yedik. Böyle küçük yerlerde sevdiğim bir şey de insanların yakınlığı, komşu masa dut toplayınca bizim payımıza da kocaman bir tabak dut düştü.
Her ne kadar denize girecek güzel bir yer bulamasak da, gittiğimize değdi diyebilirim. Nihayetinde İstanbul'dan uzaklaşmak bile yetiyor.
Adalar hakkında bu kez öğrendiğim denize girmek için buraya gelinmemesi gerektiği oldu. Bir kaç kişiye nereye gidebileceğimizi sorduk, bize önerdikleri Kalpazan Kaya denen yer çok kayalıktı ve çevre de çok kirlenmişti. Yine de çok kalabalıktı. Gerçi o kadar kalabalık ve pis olmasa güzel denilebilir, çam ağaçları ve deniz, sonuç olarak. Ama halkın içine karıştığım her seferinde insanımızı biraz daha az seviyorum. O ağaçların altına o çöpleri, poşetleri atan insanlara şiddet uygulamak geçiyor içimden. geldin, eğlendin, çöpünü götürsene, değil mi? Oraya çöp kamyonunun gelip temizlik yapmayacağı aşikar...
Neyse, güzel tarafına bakalım. Kendimize çöplerden uzak bir yer bulduk, denize girip güneşlendik. Akşam öğretmenevine dönüp denize karşı güzel bir rakı balık oturumu yaptık. Eee, ne de olsa Burgaz Ada'ya gelmişiz, Burgaz Rakı'nın tadına bakmadan olmaz dedik. Aylin, daha önce hiç rakı içmediğini söyledi, ilk yudum da hiç hoşuna gitmedi ama, sonrasında bir baktık, maşallah herkesten önde gidiyor :)
Pazar günü Kınalı Ada'ya gittik, denize girecek daha güzel bir yer bulma umuduyla. Ama bulamadık. Her yer kayalık ve insanlar kayalara kumsal muamelesi yapıp her karışı doldurmuşlar. 15 milyon insanın yaşadığı bir şehir ne de olsa burası...
patates boranyesi ve etli pilav
**********************************************************************
Bu bölümü ne yazık ki (acaba ne mutlu ki mi desem?) Türkçe yazacağım. Çünkü İngilizce bilgim yemek tariflerini İngilizce yazmaya yetmiyor.
Hafta sonu çok güzel ve kolay bir Antakya yemeği yaptım. “Boranye” denilen tarzda yemekler ıspanak, kabak gibi sebzeleri sevmem ve yemem diyen insanlara şiddetle tavsiye ettiğim ve her seferinde çok beğendiklerini gördüğüm yemeklerdir. Bu kez ben patatesle yaptım.
Öncelikle haşlanmış et ve nohuta ihtiyacımız olduğu için düdüklü tencereye yıkanmış parça eti ve nohutu koyuyoruz (genellikle miktarları ölçmem ama fikir vermesi açısından burada yazacağım–yarım kilo kadar et ve 250 gram kadar nohut). Üzerine bolca soğuk su koyup kapagını kapatıyoruz. Yalnız bu noktada dikkatli olmak lazım, kapagı kapatırken düdüğün açık olmasına ve fazla havanın dışarıya çıkmasına izin verilmesi gerekir ki sonra yüksek basınç başımıza iş açmasın. Tencere “ötmeye” başladıktan sonra kısık ateşe alıp yaklaşık yarım saat etin ve nohutların pişmesini bekliyoruz. Bu arada patatesleri (iki büyük patates) soyup küp şeklinde doğruyoruz ve haşlıyoruz (çok dağılmamasına dikkat edin).
ayrıca bir kapta bolca yogurdu (yarım kilo kadar) iyice çırpıyoruz (ben taze yoğurt yerine annemin Antakya’dan getirdiği pişmiş yoğurdu-tuzlu yoğurt deriz- kullandım. süzme yoğurt da kullanılabilir).
ardından haşlanmış etle nohutu haşladığımız papateslere karıştırıyoruz. çırpılmış yogurdu ekliyoruz ve pişirmeye devam ediyoruz. bu yemek çorba kıvamında olacak o yuzden gerekirse su eklenebilir. biraz (bir çorba kaşığı) tereyağı, bolca kuru nane, tuz, azıcık kırmızı pul biber ve karabiber ekleyerek yemeğimizi bitiriyoruz.
Ben et ve nohut miktarını abartmış olduğum için yemekten arta kalan et suyu, et ve nohutla bir de pilav yaptım. Senol’un tabiriyle düğün yemeği gibi oldu. hatta yediği en güzel pilav olduğunu bile söyledi. Bu övgüleri benim yemek yapma çabalarımı destekleyerek çıkar sağlamak için dizmediğini düşünüyorum.
aynı yoğurtlu sosun içinde et ve nohutla birlikte patates yerine ıspanak kullanılarak yapılan “ıspanak boranyesi” ve kış kabağı kullanılarak yapılan “kabak boranyesi” ise harika lezzetlerdir. tavsiye edilir. gerçi bu yazıyı pek insanın okuyacağını sanmıyorum ama, yine de her yazı birileri okusun diye yazıldığından demek içimde küçük bir okunma umudu varmış
istanbul imambayıldısı
Adı istanbul imambayıldısı, ama bir Antakya yemeği. Tam bir yaz yemeği...
Malzemeler
1 kg patlıcan
1 kg domates
1 baş sarmısak
1 soğan
kuru nane
zeytinyağı
Patlıcanları alacalı soyun ve ince uzun kesin.
Kestiğiniz patlıcanları zeytinyağında kızartın. Bu yemekte kızartma için kesinlikle zeytinyağı kullanılmalı.
Bu arada domateslerin kabuklarını soyun, doğrayın ve suyunu çekene kadar ayrı bir tencerede pişirin.
Soğanı piyazlık doğrayın.
Sarmısakları soyun ve bütük parçalar halinde doğrayın
Patlıcanlar kızardıktan sonra tencerede kalan fazla yağı alın ve soğanı yumuşayana kadar az zeytinyağında çevirin.
İyice pişmiş olan domatesi, patlıcanları ve sarmısağı soğana ekleyin ve pişmeye bırakın. 5 dk kadar kaynaması yeterli.
Üzerine kuru nane serpin.
Afiyet olsun.
27 Temmuz 2008 Pazar
libye (börülce)
Tarif aslında taze fasulye tarifine çok benzer, bir iki püf noktası dışında.
Malzemeler
- 1 kg taze börülce
- 1 soğan
- 1 domates
- yarım çay bardağı zeytinyağı
Börülceleri fasulye ayıklar gibi ayıklayın.
(Esasen börülcelerin bir kısmının tazecik, bir kısmının da fazla olgunlaşmış, sararmış olması makbuldur. Taze olanları fasulye gibi ayıklanıp küçük küçük doğranır, sararmış olanlarının da içi ayıklanır.)
Küçük küçük doğrayın. Fasulyeleri büyük büyük doğrarız ama bu küçük doğranır.
Soğanı yemeklik doğrayıp zeytinyağında kavurun.
İyice yıkadığınız börülceleri soğana ekleyin, karıştırın ve yavaş ateşte börülceler suyunu bırakıp çekene kadar pişmeye bırakın (yaklaşık 30-40 dakika).
Börülceler suyunu çekince kabuklarını soyup küçük küçük doğradığınız domatesi ekleyin.
Yemeğin dibi tutana kadar pişirin. Evet evet bu yemeğin dibinin tutması gerekir, fasulye gibi sulu sulu olmamalıdır. Ayrıca, domatesin de taze fasulyeye göre çok az olduğuna dikkat edin.
Tuzu eklemeyi unutmayın.
Afiyet olsun.
20 Haziran 2008 Cuma
kuru köfte
Muhtemelen herkesin bildiği bir tarif, kuru köfte
Malzemeler:
1 kg orta yağlı kıyma
1 soğan
maydanoz
1 dilim ekmek
1 yumurta
tuz, karabiber ve kırmızı pul biber
Hazırlanışı:
Soğanı rendeleyin, maydanozu incecik kıyın ve tüm malzemeleri karıştırıp iyice yoğurun. Ekmeğin iyice ufalanmasına dikkat edin.
Arada elinizi ıslatarak, ceviz büyüklüğünde aldığınız karışımı köfte haline getirip kızgın tavada az yağla pişirin.
Ben köfteleri hazırlayıp buzluğa atıyorum, haftaiçi akşam eve gelince hazır yemek oluyor, hemen buzluktan çıkarıp pişiriyoruz.
Fotograf olmadan tarif vermeyeyin diye bir tane numunelik pişirdim.
şıhılmahşi
Eveet, işte benim 'spesiyalitem'!
Şıhılmahşi adının ne anlama geldiğini bilmiyorum ama bir yerlerde dolmaların en güzeli anlamına geldiğini duymuştum.
Malzemeler:
1 kg kabak, küçük ve tazecik olanlarından
300 gr kıyma
1 soğan
1 su bardağı haşlanmış nohut
1 kaşık domates salçası
1-2 kaşık nar ekşisi
tuz, karabiber
sıvı yağ
Hazırlanışı:
Kabakların kabuklarını alacalı sıyırın (ya da soyun) ve içlerini oyun. Bu yemekte kabaklar dolmadaki gibi incecik oyulmaz, biraz kalın bırakılır.
Kızdırdığınız ayçiçek yağında kabakları kızartın. Çok fazla kendilerini bırakana kadar pişirmeyin, hafif diri kalsınlar.
Bu arada kıymayı kavurun.
Soğanı ince doğrayıp kavrulmuş soğana karıştırın. Soğanlar yumuşayana kadar pişirin.
Kıymaya domates salçasını ve çok az su ekleyip karıştırın.
Karışıma nohutları ve nar ekşisini ekleyip bir taşım kaynatın (yani kaynamasını bekleyin işte :) ).
Tuz ve karabiber ekleyin.
Kızarttığınız kabakların içine bu karışımı bir çay kaşığı yardımıyla doldurun.
Kabakları bir tencereye dizin, 1 çay bardağı su ekleyip 5-10 dakika pişirin.
Benim gördüğüm kadarıyla bu yemeği yaparken içi hep artar ve doldurulmuş kabaklar bu içle birlikte pişirilip servis edilir.
15 Haziran 2008 Pazar
pazar sabahı kahvaltısı
12 Haziran 2008 Perşembe
etli kabak
Malzemeler
1 kilo kabak
200 gram kıyma
1 yemek kaşığı domates salçası
biraz sıvı yağ
beşamel sos için
yarım litre süt
2 yemek kaşığı un
1 yemek kaşığı tereyağı
süslemek için kaşar peyniri
Eti iyice kavurun. Et yağsızsa biraz sıvı yağ eklenebilir.
Bu arada kabakları alacalı soyun ve halka şeklinde doğrayın.
Kavrulan kıymaya kabakları ekleyin ve tencerenin ağzını kapatıp ateşi yavaşlatın.
15-20 dakika sonra kabaklar yumuşamış olacaktır. Bu aşamada aceleniz varsa, benim her zaman olduğu gibi, çok az su ekleyerek hızlı ateşte de pişirebilirsiniz.
Çok az suda ezdiğiniz salçayı ve tuzu ekleyin.
Kabaklar pişerken beşamel sosu hazırlamak için unu tereyağında sararıncaya kadar kavurun. Soğuk sütü ekleyip karıştırarak koyulaşana kadar pişirin. Tuzu eklemeyi unutmayın.
Bir fırın kabına kabağı (aslında annem yalnızca bu haliyle pişirir ve biz bu yemeğe 'kabak yemeği' deriz) döküp üzerine beşamel sosu yayın. Kaşar peynirini de beşamel sosun üzerine koyun ve üstü kızana kadar fırında pişirin.
afiyet olsun
8 Haziran 2008 Pazar
kabak boranyesi (ya da boraniyesi)
Antakya'da 'kış kabağı' diye bildiğimiz, başka yerlerdeki bal kabağının beyazı olarak tarif edebileceğim bir kabaktan yapılan 'boranye' tarifini vereceğim. Boranye başka sebzelerle de yapılır, ıspanakla ya da patatesle.
Malzemeler:
Küçük bir kış kabağının yarısı (yaklaşık 1 kg kadar)
250 gram parça et (haşlanınca lif lif olanlardan, tercihen kontrafile)
200 gram nohut
yarım kilogram yoğurt
yarım kahve fincanı sıvıyağ
kırmızı toz biber
kuru nane
Nohutu ve eti yıkayıp düdüklü tencerede pişirin. (Nohut ve etin üzerini 2-3 parmak geçecek kadar soğuk su ekleyin. Tuz koymayın, çünkü tuz koyarsanız nohutun pişme süresi uzar. Tencerenin düdüğü açıkken kapağını kapatın ve kapağından tutup tencereyi kaldırarak iyice kilitlendiğinden emin olun.)
Diğer yandan kabağı soyup çekirdeklerini ayıklayın. Küp şeklinde doğrayın.
Kabağı soğuk suya koyup pişmeye bırakın. Yumuşayana kadar (yaklaşık 15 dakika) pişirin.
Nohutla birlikte haşlanan eti didikleyin.
Nohutu ve eti haşlanan kabakla karıştırın.
Yoğurdu çatalla çırpıp kabağın suyundan ekleyerek ılıtın ve kaynayan kabak, et ve nohut karışımına yavaşca ekleyin.
Son olarak yağ, tuz, biber ve naneyi ekleyip kaynamasını bekleyin.
Afiyet olsun.
24 Mayıs 2008 Cumartesi
Şu Çılgın Türkler
kısa antakya ziyareti-hatay havaalanının açılması şerefine
Eski Antakya sokaklarından görüntüler
Zeytin bahçesinden
Haftasonu Antakya'ya gittim, annemi, babamı ve memleketetimi ziyarete. Hatay havaalanının açılması da bana bahane oldu. İstanbul'dan otobüsle 16 saat sürdüğünden iki günlük bir tatilde gidilemiyor. Ben de uçakla gittim.
Antakya'ya gitmeden hep neler yiyeceğimi planlayıp dururum, sonra da hiçbirini yiyemeden geri dönerim.
Bu kez annemle Harbiye'ye gidip dürüm yedik. İddia ederim, dünyadaki en güzel dürümler burada yapılır. Hem de küçücük derme çatma kulübelerde. Buradaki insanlar dişi hayvan etini bile yemezler, et kalitesine çok özen gösterirler. Taze eti bıçakla kıyma yapıp kalın köfteyi metal şişlere saplar, közde pişirirler. Yanında da acı yeşil biber ve domates közlenir. İnce kebap ekmeği (başka yerlerdeki adıyla lavaş) üzerine biberli sos gezdirilip közde kızartılır. Dürümün içine 'kebap altı' koyulur (taze doğranmış soğan, maydonoz, limon ve summakla yapılan salata), iyice pişen et, ayıklanmış közlenmiş biber ve domatesle birlikte. Ne yazık ki fotoğrafını çekemedim, yine iştahtan gözüm dönmüştü.
Buradaki hizmet kalitesine de hayranım. Masaya oturur oturmaz bir şişe soğuk Harbiye suyu gelir (şehir şebekesine, en azından eskiden Harbiye suyu verilirdi, son derece lezzetlidir, ya da ben bu suyla büyüdüğüm için öyle hissederim.). İstanbul'da ancak pahalı ve lüks lokantalarda taze doğranmış satala gelirken müşterinin önüne, burada hemen mis gibi taze salata hazırlanıp gelir kebaplar pişerken. Hem de ne taze nanesi eksiktir, ne limonu.
Her türlü yiyeceğin en kalitelisi ve güzeli Antakya'da yenirmiş gibi geliyor bana. Hatta çok iddialı bir laf belki ama dünyanın en güzel mutfağı Antakya mutfağıdır.
Harbiye dönüşünde Eski Antakya'yı gezdik. Kendine has daracık sokakları vardır. Evler yüksek avlu duvarlarının arkasındadır. Anneannemlerin eski evine gittik, uzun zaman önce satılmış. Ağca Cami'nin kapısıyla yanyana girişi. Bir daha gitmek istersem eğer bu şekilde bulabilirim. Kapıda bizi öyle bakınırken görünce, hemen konuşmaya başladı komşular. Sonra da ev sahibine seslenip bizim evin eski sahipleri olduğumuzu söylediler. İçeriye buyur edildik, kahve içtik. Çok değişmiş. Küçükken hayal meyal hatırlıyorum annemin bizi o eve götürdüğünü. O zaman annemin teyzesinindi, satılmamıştı. Boş ve bakımsız duruyordu. İki katlıydı ev. Üst katı ahşaptı. Üst kata çıkmıştık kardeşimle. Ama korkarak, çünkü döşeme tahtaları o kadar eskiydi ki kırılmasından korkmuştuk. Avluda ağaçlar vardı. Yalnızca bu kadar hatırlıyorum. Annemin anlattığına göre avlu düz taşlarla döşeliymiş. Hiçbir şey kalmamış bunlardan. Yalnızca avlu duvarları kalmış, içerisi modern bir gecekonduya dönüşmüş. Yere beton dökülmüş, muhtemelen o güzelim taşların üstüne... Çok üzüldüm, gerçekten çok üzüldüm. Satılmak zorunda mıydı, biz alsaydık, kimsenin ihtiyacı yoktu ki o paraya, anne baba yadigarı ev niye satılır diye...Bir o ev değil, Eski Antakya'nın hiçbir tarafı kalmamış gecekonduculuktan nasibini almamış, çirkinleşmemiş. Ancak şu yukarıdaki kareleri alabildim, o kadar dolaşmamıza rağmen. Ne yazık...
edirne
Selimiye cami, akşam güneşinde. Şehirden ayrılırken, caminin güzel bir fotografını çekemedim diye üzülürken çekiverdim bu fotoğrafı.
Eski Cami önünde
Selimiye Cami'nin içinden
Edirne'ye ciğer yemeye gittik. Ciğerin fotoğrafını çekemedim. O kadar acıkmıştık ki, fotoğraf çekmeden tabaklarımızı silip süpürdük. Benim gibi 10 yıl ciğer yemese aramayacak olan bir insan için bile güzeldi diyebilirim. Benim için bir yemek gezisinden çok fotoğraf gezisi oldu, yukarıda da görebileceğiniz gibi.
Hava bulutlu olduğundan çok sıcak değildi, gezmek için güzel bir gündü. Ama ışık, fotoğrafa pek uygun değildi. Sonuç çok fena olmadı yine de...
Edirne'nin ciğeri yanında bir de badem ezmesi ünlü diye duyduk. Bir de ünlü bir ezmeci bulduk kapalı çarşının girişinde. Ezmenin tadına da baktık alırken. Tam üç paket aldım, hediye etmek için. İstanbul'a döndükten sonra iyi ki de kimseye götürmeden tadına bakmışız. Pis çorap kokuyordu resmen, her üç paket de. Telefon edip şikayet ettim ve paketleri kargoyla gönderdim. Hiç ses çıkmadı sonra... Ezmecioğlu Şekerleme'den almayın eğer yolunuz Edirne'ye düşer de badem ezmesi almak isterseniz.
tava ekmeği
Haftasonu sabah evde ekmek olmadığını anladığımızda bakkala gitmekten ya da birini bakkala gitmek için ikna etmeye çalışmaktan daha kolay bir yol buldum. Tava ekmeği yapmak!
Bunun için gerekli malzemeler:
Un, (Hem beyaz un, hem de yarım su bardagı kadar mısır unu kullanıyorum)
1 paket yaş maya
Su,
Tuz
1 küp şeker
1 litre ılık su içinde şekeri ve yaş mayayı eritin. Un ve mısır unu ile boza kıvarımda (gayet sıvı) bir hamur hazırlayın. Hamur, ılık bir köşede 15 dakika içinde kabarıyor.
Aslında yaş mayanın miktarı fazla ama çabuk kabarması için 1 paket kullanıyorum. Buna rağmen maya kokusu olmuyor.
Hamur kabarınca büyük bir yapışmaz tavayı iyice kızdırın. Çok az (1 tatlı kaşığı kadar) sıvı yağ ile yağlayabilirsiniz.
1 kepçe hamuru alıp kızdırdığınız tavaya dökün. Tavayı sağa sola eğerek hamurun her köşeye yayılmasını sağlayın.
1-2 dakika içinde ekmeğin bir yüzü kızarmış olacak. Çevirip diğer tarafını da pişirin.
Bu ekmekleri iki kat yapıp arasına kaşar peyniri ya da aklınıza gelebilecek herhangi bir malzeme koyarak lezzetli bir kahvaltılığa dönüştürebilirsiniz. Ben kaşar peynir ile jambon ve beyaz peynir ile zeytin kullanarak iki çeşit denedim.
zeytinyağlı taze fasulye
Haftasonu zeytinyağlı taze fasulye yaptım. Herkes biliyordur bu yemeği ama yine de, kayıtlara geçmesi için ve fasulye sevmem diyerek benim pişirdiğimi yiyenlerden çok olumlu yorumlar aldığımdan burada anlatmak istedim.
Malzemeler:
1 kg taze fasulye
6 adet olgun domates
1 büyük soğan
2 yeşil biber
1/3 çaybardağı doğal zeytinyağı
1 küp şeker
tuz
Güzel sebze yemeği yapmanın sırrı su kullanmamaktır. Bunun için de yemeğin yavaş pişmesi gerekir. İşte benim fasulye tarifim:
Fasulyeleri kılçıklarını çıkararak ayıklayın. Ben fasulyenin uçlarını kestikten sonra kırarak küçültüyorum. Böylece aralardaki kılçıkları da temizlemiş oluyorum.
Ayıklanmış fasulyeleri iyice yıkayın.
Önce soğanları ve biberleri incecik doğrayarak zeytinyağında soğanlar sararana kadar kavurun.
Daha sonra fasulyeleri soğanların üzerine koyup ateşi yavaşlatın, kapağı kapayarak pişmeye bırakın. Fasulyeler suyunu bırakacaktır. Ateş yeterince yavaş olmazsa yanarlar, bu yüzden arada fasulyelerin suyunu salmış olduğunu kontrol edin. En azından 20 dakika bu şekilde pişirin.
Bu arada domateslerin kabuklarını soyup doğrayın. Fasulyelerin üzerine döküp tencerenin kapağını kapatın.
20 dakika kadar da domateslerin suyunu bırakıp pişmesini bekleyin.
Domatesler piştiğinde şekeri ve tuzu ekleyin.
Afiyet olsun.
19 Nisan 2008 Cumartesi
tencere kebabı
Adının kebap olması yanıltmasın, tencerede pişen, etli ve sebzeli bir yemektir. Antakya'nın tencerede pişen başka kebaplarını, başka günlere bırakıyorum.
Malzemeler:
250 gram parça et
5-6 patlıcan
1 baş soğan
1-2 yeşil biber
1 patates
3-4 domates
3-4 kaşık sıvıyağ
karabiber
Önce eti kuşbaşı doğrayıp yağda yavaş ateşte pişmeye bırakın.
Soğanı küp küp doğrayın.
Biberi ayıklayıp ince ince doğrayın.
Patlıcanları çizgili soyup büyük küpler şeklinde doğrayın.
Patatesi soyup küp şeklinde doğrayın.
Malzemeleri doğrayana kadar zaten etler pişmiş olacaktır. Önce soğan ve biberi katıp biraz pişmesini bekleyin. Ardından patlıcan ve patatesleri katın. Yavaş ateşte pişmeye bırakın.
En son domatesleri doğrayın ve yemeğe katın. Domatesleri doğrayana kadar patatesler ve patlıcanlar da biraz pişecektir. Domatesler sulu değilse yarım çay bardağı kadar su da ekleyebilirsiniz.
Patlıcanlar pişene kadar bekleyin.
Tuz ve karabiber ekleyin.
12 Nisan 2008 Cumartesi
kömbe
Antakya'nın geleneksel bayram pastası. Oruk (içli köfte) ve ekmek kadayıfının yanında yapılan ve her misafire ikram edilen 'kömbe'.
Malzemeler:
3 ölçü yağ, 2 ölçü şeker, 1 ölçü su ya da süt.
aldığı kadar un
kömbe baharatı (tarçın ağırlıklı olmak üzere 10 kadar baharatın karışımı, bulamayanlar için yalnızca tarçın)
susam (nam-ı diğer 'küncü')
ceviz içi
hurma
yukarıdaki şekli verebilmek için tahta kömbe kalıbı
Yağ olarak tereyağı ve zeytinyağının değişik oranlardaki karışımını kullanabilirsiniz. 2 ölçü tereyağı, 1 ölçü zeytinyağı öneriyorum.
Su bardağı ya da çay bardağı yerine 'ölçü' demem kafanızı karıştırmasın. Hangi kabı kullanırsanız kullanın malzemenin oranı sabittir. Annem su bardağı kullanırken ben fincan kullanırım. Ve fincan ölçüsüyle kömbe yaptığım için annemle teyzelerim benimle dalga geçerler. Ama bir tepsiden fazla oluyor yine de.
Antakya'da arefe günü yapılan bu pastada kilolarca un kullanılır. Hurmalı olanların yanında boş olanları da yapılır. Ve ağzı sıkı sıkı kapalı hava almayan kavanozlarda aylarca bozulmadan saklanır.
Tereyağını erittikten sonra (taze tereyağı kullananlar suyu buharlaşana kadar iyice kaynatmalılar) yağ, şeker ve sütü derin bir kapta elinizle şeker eriyene kadar karıştırın.
Baharatı ekleyin.
Sonra kurabiye hamuru haline gelene kadar un ekleyin.
Hurmaların çekirdeklerini çıkarıp doğrayın. Cevizi doğrayıp hurma ile karıştırın.
Ceviz büyüklüğünde bir parça hamuru alıp susama bastırın, tahta kalıba sıkı sıkı bastırarak yayın. Arasına ceviz ve hurma koyarak üstünü hamurla kapatın.
Sert bir yere vurarak hamuru tek parça halinde kalıptan çıkarın.
200 derece fırında altı ve üstü kızarana kadar yaklaşık yarım saat pişirin.
8 Mart 2008 Cumartesi
yalova ve sudüşen şelalesi
Geçen haftasonu Alper ve Emine ile Yalova'ya gittik. Bütün kış boyunca kaplıcaya gitmek için Yalova Yalova diye tutturdum. En sonunda gidebildik. Ama bir hamam sefası yapamadım. Onun yerine açık havada sıcak su keyfi yaptık. Kesinlikle tavsiye edilir :)
Gebze'den feribotla karşıya geçtik. Bu yolculuğu çok seviyorum. Deniz manzarasında çay içerek, martıların fotografını çekerek yolculuk yaptık.
Amacımız öncelikle kaplıcaya gitmek değil, Sudüşen Şelalesi'ni bulmaktı. Elimizde harita, yola koyulduk. Bir tabelada 'yeşil-mavi yol' diye tarif edilen yoldan şelaleyi bulduk.
Doğu Karadeniz'deki gibi içilesi berraklıkta sular karşılamadı bizi ama açık havayı ve ormanı görünce nereye atılacağını bilemeyen çocuklar gibi şenlendik.
Ormanda gezinip nefes aldıktan ve fotograf çektikten sonra Termal'e doğru yola koyulduk. Temiz hava bizi acıktırmıştı. Her zaman olduğu gibi orman görünce aklına mangal yapmak gelen kocacım, bir dahaki sefere hazırlıklı gelmemiz gerektiğini söyledi. Böylece, piknik kozunu kullanarak bir kez daha gitmek için onu kandırabilirim.
Termal'de Acarlar Asri Lokantası'nda çok güzel bir yemek yedik. Lokanta içindeki taş fırında odun ateşinde pişmiş kebaplarımız çok lezzetliydi. Hele sıcacık pideler ve yandaki kahvehaneden gelen demli çay mükemmeldi.
Ardından havuza gittik. Soyunma kabinleri açık havada olduğu için suya girene kadar biraz üşüdük, ama suyun içi çok güzeldi. Suyun sıcaklığı çok iyi ayarlanmıştı, ne çok sıcak, ne de soğuk. Bir saatten fazla bir süre kalmamıza rağmen, genellikle kaplıca havuzlarında olduğu gibi, sıcaktan bayılmadık. Kar yağarken de bu havuza girmeli diye düşünüyorum. Ne yazık ki havuzdan çıktığımızda hava kararmıştı, kaplıca bölgesinde fotograf çekemedim, o kadar da güzeldi ki... Bir kez daha gitmek için iyi bir sebep...
mualla
yeşil mercimek, patlıcan ve nanenin eşsiz uyumu, 'mualla'. güzel bir kadın adına benziyor, ama bir antakya yemeği.
yazın yaz, kışın kış sebzesi yemeyi alışkanlık haline getirmeme rağmen, patlıcanı çok seven kocacığımı kıramadım ve bugun mualla pişirdim.
malzemeler:
1 su bardağı yeşil mercimek
1 kilo patlıcan
1 baş kuru soğan
kuru nane
yarım çaybardağı zeytinyagı
2-3 diş sarmısak
Yeşil mercimeği yumuşayana kadar haşlayın.
Patlıcanları alacalı soyup uzunlamasına kesin.
Soğanları piyazlık doğrayın.
Yeşil mercimek yumuşayınca suyunu süzün (ben suyunu çektirerek pişirme taraftarıyım), soğan, sarmısak ve nane ile karıştırın. Tuzunu unutmayın.
Geniş bir tencerenin dibine patlıcanları dizin. Üzerine mercimekli karışımdan yayın. Birkaç kat yapabilirsiniz.
Zeytinyağını ekleyin. Annem bu yemeği yaparken en kolay unutulan adımın zeytinyağı koymak olduğunu söyler. Çünkü diğer yemekler gibi tencerenin dibine değil, en üste koyuluyor. Neden öyle bilmem... ama bu yemeğin usulü böyle. Ben bir kez nane koymayı unutmuştum :)
Kısık ateşte patlıcanlar ve soğanlar yumuşayana kadar pişirin. Çok az (yarım çay bardağı kadar) su ekleyebilirsiniz. Ancak Antakya mutfağının sebze yemeklerinin sırrı su eklemeden pişmeleridir, bunu da not edeyim.
piştikten sonra üzerinde bir kaç kaşık çiğ zeytinyağı gezdirin. Ben çiğ zeytinyağı tadını çok seven biri olarak böyle yapıyorum.
29 Şubat 2008 Cuma
böreği kandırmak
Uzaktan matem bu kadar olur, aklımıza düşünce gözümüzden süzülen bir kaç damla yaş, sonra yine günlük işler ve hayata devam ederiz.
Cuma akşamı yemeğimiz, börek. Akşam geç gelmeme rağmen üşenmedim ve börek yaptım.
Bu böreği yapmak çok kolay, ama çok da lezzetli. İddia ediyorum, benim diyen su böreğinden daha güzel oluyor.
Önce yarım kilo un, su, tuz ve 2 yumurtadan yumuşak bir hamur yaptım. Yine mikserin hamur yoğurma aparatını kullandım. Bu arada yaklaşık 400 gram kıymayı kavurmak için ocağa koymuştum. Kıymalar kavrulana kadar iki büyük soğanı doğradım. Kıymaya bunları da ekledim ve ateşin altını kısarak pişmeye bıraktım.
Diğer yanda 1 çaybardağı kadar tereyagı erittim.
Merdane yardımıyla hamurdan kopardığım mandalina büyüklüğündeki parçaları teker teker açmaya başladım. Bir parçayı bir karış çapında açıp, unlarını iyice sirkeleyip bir kenara bıraktım. Üzerine 3 tatlı kaşığı eritilmiş tereyağını gezdirdim ve hamurun her tarafının yağlanmasını sağladım. İkinci parçayı da açıp bunun üzerine koydum. Hamurun üstünü yağladım. Bu sekilde 5-6 kat olana kadar devam ettim. En üstteki hamurun üstüne yağ koymadım. Bu yağlanmış hamur katlarını, tereyağının donması için buzdolabına kaldırdım. Yine benzer şekilde ikinci bir parça daha hazırladım. İkinciyi hazırlayan kadar birincisi yeterince soğumuştu. Dolaptan cıkardım ve fırın tepsisi genişliğinde, kalınlıgı yaklaşık 0,5 cm olacak şekilde, merdaneyle genişlettim.
Ben bunları yapana kadar kıymaya kattığım soğanlar da pişmişti, karabiber, kırmızı biber ve tuz ekledim. Bu karışımı tepsiye yaydığım hamurun üstüne döktüm. İkinci hamur parçasını da dolaptan çıkarıp yine tepsi boyuna gelecek kadar incelttim ve kıymalı karışımın üstüne kapattım. Hamurları kenarlardan sıkıştırarak yapıştırdım. Böreğin üzerine yoğurt sürüp susam (antakya ağzında 'küncü') ve çörekotu serptim.
150 derecelik fırında altı ve üstü kızarana kadar yaklasık yarım saat pişirdim.
Yufka açmayı bilmeden çook güzel bir börek yaptım, annemin deyimiyle, "böreği kandırdım".
Deneyin, hazır yufkayla yapılıp da kendini börek sananlara bir daha inanmayacaksınız :)
27 Şubat 2008 Çarşamba
Matem
Yazmamak mümkün mü? Yazmak da mümkün değil. İçimden geçenleri sözlere dökmek mümkün değil. Her gün şehit haberleri... 4 gün mü oldu, 5 gün mü oldu, 25 şehit. Gencecik, hayatlarına kaldıkları yerden devam etmek için görevlerini yerine getirip dünyalarına dönmeyi bekleyen 25 insan.
Dün rüyamda büyük, eski, ahşap bir konakta gördüm kendimi. Girişi soğuk, koyu renkli taştan yapılmıştı. Kapısı da ahşap, ahşap bile denmez, sıra sıra tahtaların birleştirilmesinden yapılanlardan, ve de demir çengelli... Biryerlerden kaçıp gelmiştik oraya, eşimle, ama kocam da değilmiş sevgilimmiş. Birşeylerden kaçmışız. Yalnızlık duygusunu ve karanlığı hatırlıyorum. Yalnızlık da vardı. Büyük ve karanlık salonda ışık yakmadan oturuyorduk, kapı çalındı... Demir çengeli kaldırıp kapıyı açtığımda askerleri gördüm karşımda, kocanı almaya geldik dediler. Yok, demediler de, öyleydi, anladım. İçeriye girdiler, başka erler de vardı etrafta. Yazık, acıkmış biri, komutan dedi ki “bir yumurta çırpsınlar sana, bak dağa çıkıyoruz bulamazsın orada”, evet aynen böyle dedi... Ben de eşimi uğurladım. Sözcükleri hatırlıyorum: “korkma, buluşacağız, gelmezsen öbür tarafta buluşacağız”. Alnının ortasından öpüp gönderdim onu.
Başka bir yolu olmalıydı, ne bizden ne “onlardan” bu kadar cana kıymadan... Çünkü can, geri getiremeyeceğiniz tek şey... Dünya batsaydı da ölmeseydi, demez mi şimdi onları özleyenler?
16 Şubat 2008 Cumartesi
antakya usulü ıspanaklı börek
İşte tarifi...
- Hamur için 1 kilo kadar un
Böreğin içi için
- 1 kilo ıspanak
- 3 kalıp çökelek ("kalıp çökelek" ifadesi tanıdık gelmiyorsa, tam olarak yerine geçmese de taze çökelek ya da daha iyisi keskin lezzetli eski bir peynir kullanılabilir)
- 3 yemek kaşığı biber salçası
- yarım çay bardağı zeytinyagı
Önce mikserin hamur yoğurma ucunu kullanarak un, tuz ve sudan oluşan bir hamur hazırladım. Mikserle, elde olduğundan çok daha güzel hamur yoğruluyor. Hamuru dinlenmeye bırakıp ıspanakları yıkadım ve doğradım. Doğradıktan sonra 1 tatlı kaşığı kadar tuz serperek elimle iyice yogurdum. Çökeleği, biberi ve zeytinyağını ekleyerek karıştırdım.
Hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar koparıp, derin ve geniş bir tabakta bolca zeytinyağında elimle açtım. Hamur mayasız olduğu ve zeytinyağının içinde yüzdüğü için ben açtıkça hamur geri geliyordu. Eskiden annemi bunu yaparken seyrederdim, bırakınca küçülen hamuru nasıl inceltebildiğini anlamaya çalışırdım. Aslında hamuru inceltmek ve genişletmek o kadar da önemli değil... Çünkü içi koyduktan sonra elimizde inceltiriz. Yaklaşık 10 santimetre kadar genişletebildiğim hamurun içine bolca (dolu dolu 3 yemek kaşığı kadar) iç koyup kapattım ve silindir şekline getirdim. Silindirin bir ucundan tutup yukarı kaldırarak ve elimle hamuru koparmadn mümkün olduğunca uzatarak kendi etrafında kıvırdım. İyice kızarana kadar fırında pişirdim. Bol zeytinyağı kullandığım için -ki kuru olmaması için bol kullanmak gerekir- tepsi yağ doldu. Hamurun yağı çekmemesi için fırından çıkarır çıkarmaz börekleri tepsiden aldım.
10 Şubat 2008 Pazar
nihayet, yemek...
Bu haftasonu çoook yorgun olmama rağmen Aylin'in annesi bizi yemeğe çağırdığı ve bize içli köfteler yaptığı için daveti reddedemeyip evden çıkmak zorunda kaldım. Gece de saat üçe kadar sevgili kocacıma genetik biliminin javayla buluştuğu yerde yardım etmem gerektiği için çok geç yattım. Ve tüm haftasonu boyunca ona yemek yapmamış oldum. Üstelik, alışverişe de gitmedik. Dolapta salamura yaprak, pirinç ve buzlukta da bayramdan kalma kavrulmuş kıyma bulabildim. işte sonuç... etli yaprak sarması
Tarife gelince, üç ölçü pirinç, bir ölçü kalın bulgur ve bir ölçü de kavrulmuş kıyma kullandım. Göz kararı ayçiçek yağı, karabiber ve tuz ekledim. Yağ konusunda cimri davranmadım, çünkü daha önceki deneyimlerimden yağı az olunca sarmanın kupkuru olduğunu biliyorum. Kalın bulgur kullanmamın sebebi de için tane tane kalmasını sağlamak. Dolmada da pirince bulgur karıştırmayı alışkanlık edindim. Pişmeye yakın, limon suyu ve sarmaların parlak görünmesi için biraz daha yağ ekledim. Hepsi bu.
5 Şubat 2008 Salı
trafik trafik
Bir Salı akşama paşa paşa evime gidip balık pişirip kardeşimi ağırlamayı planlamıştım... Tabii, bu şehirde plan yapmanın çok anlamlı olmadığını artık öğrenmiş olmam gerekirdi. Hava sisli olduğu için vapur seferleri iptal edilmiş. Bu da trafiğin felç olması demek. Tıpkı 14 Şubat’larda olduğu gibi. Yine de şansımı denemeye karar verip servise gittim. Maslak’taki sevgili bankamızın servisleri o kadar güzel bir yerde ki... Şıkıdım şıkıdım giyip havalı plazalarda çalışan insanlar akşam yol kenarında, egzoz dumanları içinde servis aramak durumundalar. Tabii, servisimiz kelimenin gerçek anlamıyla santim santim ilerleyen trafiği yarıp bize ulaşamadı. 45 dakika boyunca zehirli havayı soluyup servisimizi bekledik, ve sonunda pes edip ofise geri döndüm. Bunlardan sonra yeniden işin başına oturmayı canım çekmedi tabii, işte blogumda rezil bir Maslak akşamını anlatıyorum. Burayı yapanları, buraya bu kadar plaza yapılmasına izin verenleri, servislere doğru düzgün yer gösteremeyip de yol kenarında duran araçlara arada sıragözdağı vermek için ceza kesenleri ve hatta burada çalışanları kınıyorum...
23 Ocak 2008 Çarşamba
günün filozofu ve çelişki...
Günün filozofu: Hegel
Tutunamayanlar’da Oğuz Atay’ın Hegel’le dalga geçmesini anlamadığımda biraz araştırma yapmaya karar verdim. Henüz bulduklarımı okumaya fırsatım olmadı. Bir kaç kitap daha ısmarlamalı.
Bu arada, neden bu kadar çok çalıştığımızı anladığımı sanıyorum. Başka pek çok şeyin yanında, neden bu kadar çok çalıştığımızı düşünmememiz için olabilir mi?
MBA yapmaya karar verdim...
16 Ocak 2008 Çarşamba
uzun bir aradan sonra yorgunluk ve tahammülsüzlük hikayesi
Bu sabah ofise geldiğimde benim gibi servis kullandığı için mesainin başlamasından 1 saat önce ofiste olan arkadaşımı “uyku haram” diye selamladım... haram değil de, bize haram herhalde... nasıl bu kadar yorgun ve uykusuz olup nasıl bu kadar hafif ve az uyuyabildiğime şaşıyorum. İlerleyen saatlerde iş arkadaşlarımdan ne kadar yorgun, bitkin ve bezgin göründüğüm yönünde yorumlar aldım. Çok moral vericiydi! Tüm gün boyunca bütün hafta sürecek ve İngiltere’den gelen danışmanlarla çalıştığımız toplantıya katıldıgım için akşam mesaiye de kalmam gerekiyor. Çünkü herkesin işi acil ve cevap bekleyen bir sürü eposta ve yapılacak bir sürü iş var. Öte yandan kocaman bir tasarım dokumanı hazırlamamız gerekirken ve o kadar çok açık konumuz varken, dokümanının formatı, font tipi ve büyüklüğü konusunda dün üç kişi 15 dakika boyunca istişareye oturmamıza da hala akıl sır erdiremedim.
İş biriminden saçma sapan insanların teknik konuların konuşulması gereken bir toplantıyı nasıl da fütursuzca, salaklık derecesinde umursamazlıkla yalnızca kendilerini ilgilendiren şu sayfada bu olsun bu sayfada şu olsun toplantısına çevirdiklerini, 15 kişi onların anlamsız tartışmalarını bitirmelerini beklerken ve “hayır paket bu istediğiniz şeyi sağlamıyor” denmesine rağmen uzunca bir süre sakin sakin neden öyle olması gerektiğini anlatıp sonra da bize “biz aslında öyle olmasını istemiyoruz ama ben yine de zorluyorum bakalım yapabilecekler mi” dediğini gördüğümde cinnet geçiriyordum. Toplantıda masanın bir ucundan diğerine iki kişilik toplantıcıklar sürdürmelerini, sürekli telefonların çalmasını ve biri sunum yapmaya çalışırken aynı odada elleriyle ağızlarını kapatarak telefonla konuşmalarını hiç saymıyorum bile, sanki ağızlarını elleriyle kapatınca ben o gürültüyü duymuyorum. Allahım sen gör...
Ayrıca evde mutfaktaki su borusu sızdırdığı için mutfağım da dandini vaziyette... ve evi ne kadar derleyip toparlayıp temizlesem de sürekli yıkanacak çamaşır çıkarmayı, ayakkabıların ayakkabılıkta değil de girişte durmasını, koltuklarda yastık ve battaniye, sehpanın üstünde de portakal kabuğu ve boş bardak bırakmayı nasıl beceriyoruz anlamıyorum.
Bu öğle tatili de ne kadar çabuk bitiyor...