23 Ocak 2008 Çarşamba

günün filozofu ve çelişki...

Günün filozofu: Hegel

Tutunamayanlar’da Oğuz Atay’ın Hegel’le dalga geçmesini anlamadığımda biraz araştırma yapmaya karar verdim. Henüz bulduklarımı okumaya fırsatım olmadı. Bir kaç kitap daha ısmarlamalı.

Bu arada, neden bu kadar çok çalıştığımızı anladığımı sanıyorum. Başka pek çok şeyin yanında, neden bu kadar çok çalıştığımızı düşünmememiz için olabilir mi?

MBA yapmaya karar verdim...

16 Ocak 2008 Çarşamba

uzun bir aradan sonra yorgunluk ve tahammülsüzlük hikayesi

Bu sabah ofise geldiğimde benim gibi servis kullandığı için mesainin başlamasından 1 saat önce ofiste olan arkadaşımı “uyku haram” diye selamladım... haram değil de, bize haram herhalde... nasıl bu kadar yorgun ve uykusuz olup nasıl bu kadar hafif ve az uyuyabildiğime şaşıyorum. İlerleyen saatlerde iş arkadaşlarımdan ne kadar yorgun, bitkin ve bezgin göründüğüm yönünde yorumlar aldım. Çok moral vericiydi! Tüm gün boyunca bütün hafta sürecek ve İngiltere’den gelen danışmanlarla çalıştığımız toplantıya katıldıgım için akşam mesaiye de kalmam gerekiyor. Çünkü herkesin işi acil ve cevap bekleyen bir sürü eposta ve yapılacak bir sürü iş var. Öte yandan kocaman bir tasarım dokumanı hazırlamamız gerekirken ve o kadar çok açık konumuz varken, dokümanının formatı, font tipi ve büyüklüğü konusunda dün üç kişi 15 dakika boyunca istişareye oturmamıza da hala akıl sır erdiremedim.

İş biriminden saçma sapan insanların teknik konuların konuşulması gereken bir toplantıyı nasıl da fütursuzca, salaklık derecesinde umursamazlıkla yalnızca kendilerini ilgilendiren şu sayfada bu olsun bu sayfada şu olsun toplantısına çevirdiklerini, 15 kişi onların anlamsız tartışmalarını bitirmelerini beklerken ve “hayır paket bu istediğiniz şeyi sağlamıyor” denmesine rağmen uzunca bir süre sakin sakin neden öyle olması gerektiğini anlatıp sonra da bize “biz aslında öyle olmasını istemiyoruz ama ben yine de zorluyorum bakalım yapabilecekler mi” dediğini gördüğümde cinnet geçiriyordum. Toplantıda masanın bir ucundan diğerine iki kişilik toplantıcıklar sürdürmelerini, sürekli telefonların çalmasını ve biri sunum yapmaya çalışırken aynı odada elleriyle ağızlarını kapatarak telefonla konuşmalarını hiç saymıyorum bile, sanki ağızlarını elleriyle kapatınca ben o gürültüyü duymuyorum. Allahım sen gör...

Ayrıca evde mutfaktaki su borusu sızdırdığı için mutfağım da dandini vaziyette... ve evi ne kadar derleyip toparlayıp temizlesem de sürekli yıkanacak çamaşır çıkarmayı, ayakkabıların ayakkabılıkta değil de girişte durmasını, koltuklarda yastık ve battaniye, sehpanın üstünde de portakal kabuğu ve boş bardak bırakmayı nasıl beceriyoruz anlamıyorum.

Bu öğle tatili de ne kadar çabuk bitiyor...