17 Mayıs 2007 Perşembe

tramvay

Gökçen ve Elif'le İstiklal Caddesi'ndeki Tramvay isimli kafe-lokanta tarzı mekana gittik. Galatasaray'dan Tünel'e giderken sağda. Cadde üzerindeki diğer tüm lokantalar gibi müşteri sıkıntısı çekmiyor ve dolayısıyla çok da özenli değil. Biz giriş katında oturduk, üst katlar doluydu. Ortam hafif ışıkla aydınlatılmıştı, oturunca gelip masamıza mum yaktılar. Yer sıkıntıları fazla yok , masaların arası açıktı, rahatça sohbet etmeye yer var.

Ben ızgara köfte yedim, kızlar salata yediler. Salatalar iki ayrı boyda sunuluyormus, küçük boyunun çok küçük olduğunu söyleyeyim. Sosu da eksikti galiba, yaprakların arasında sos aradık ama bulamadık :) Bana da dört parça köftecik geldi. Gerçi benim yameğim pek de kötü sayılmazdı. Etin tadı kötü değildi. Tabağımda marul, havuç parçaları, kocaman bir ızgara soğan, ızgara dolmamlık biber, ki bunu ilk kez gördüm, bir kaç tane de şu dev boyutlardaki kuru fasulyelerden vardı. Soğanı yakmışlardı, ortasındaki küçük halkalardan kemirdim biraz.

Fiyatlar Taksim için normal, köfte, salata, makarna gibi yemeklerin porsiyonu 6-9 YTL arası.

Genel olarak çok beğenmedim diyebilirim, bir daha gideceğimi sanmıyorum.

16 Mayıs 2007 Çarşamba

Gökçen ve Elif'le buluşma

Uzun bir aradan sonra dün akşam eski işyerimden iki arkadaşımla, Elif ve Gökçen'le görüştüm. Taksim'de yemek yedik. Taksim'e gitmeyeli de epeyce zaman olmustu. Gerçi eski günlerimi hatırlayınca buna "Taksim'e gitmek" demek biraz haksızlık oluyor, yalnızca yemek yedik, içki içmedik, bara gitmedik, müzik dinlemedik, dans etmedik, gecenin üçünde yalnız eve dönmedik. Sohbet ettik. Kızların anlatacak çok hikayesi birikmiş.

İş yerindeki psikopatlardan, ya da hadi biraz yumuşatayım, "karşılaştıkları dengesiz davranışlardan" bahsettiler. Proje yöneticimiz (eski proje yöneticim) gerilimi yönetmede son derece başarısız. Bir tartışma olduğunda yaptığı tek şey iki insan arasındaki arayüzü kaldırmak, tartışanlar birarada çalışmama lüksüne sahipler. Aslında bu çalışanlar için çok kolay bir yöntem, yöneten için de öyle. Ama gidip dengesiz davrandığından şikayet edilen adama lisan-ı münasiple olanı biteni, olması gerekeni anlatan kimse yok. Herkes problem yokmuş gibi davranıyor, arasında gerilim olan insanlar da birbirlerine selam bile vermemeye devam ediyorlar. Ben de bu yüzden oradan ayrılmıştım zaten, gerilim yüzünden, ve bu gerilimin bana karşı saldırganlığa dönüşmesine kimse engel olmadığı için... Benimki klasik bir mobing hikayesiydi.

Gittiğimiz mekanın adı 'Tramvay'dı. İstiklal Caddesi üzerinde, Galatasaray'dan Tünel'e giderken sağda kalıyor. Kafe-lokanta tarzında bir yer. Cadde üzerindeki tüm yerler gibi müşteri sıkıntısı yok ve bu yüzden çok kaliteli değil. Ayrıntıları ayrı bir metinde yazacağım.

CICS eğitimi

Bu hafta IBM'de CICS eğitimindeyim. IBM deyince insanın aklına çok kaliteli olması gereken bir ortam geliyor ama öyle değil. IBM binasının giriş katındaki dersliklerde ders yapılıyor. Tuvaletler kokmuyor ama tüm kat tuhaf bir şekilde lağım kokuyor.

Kurs, application programming yapacak biri için başlangıç eğitimi olabilirdi, benim için çok fazla gerekli değil. Öğrendiklerim genel kültür olmaktan öteye gitmeyecek. Okulda aldığım operating systems dersinde anatılanların bir haftalık ufacık bir özeti gibi... Neden programcı olmadığımı bir kez daha anladım. :)

Atlanta'daki hosta bağlanarak program yazmaya çalışıyoruz. Ama bugün bağlanamadık, birileri firewall ayarlarıyla oynamış. İlgili insana da ulaşılamıyor cunku yüksek olasılıkla adamcağız evinde uyuyordur, arada 7 saat fark olunca canınız istediğinde istediğiniz işi yaptıramıyorsunuz demek ki... IBM'de bile işler böyle...

10 Mayıs 2007 Perşembe

the day before you came

günün şarkısı abba'dan the day before you came, beklemenin dayanılmaz ağırlığı üzerine...

yalnız yemek yemek

Yemekhanede yemekler çok kötü, o yüzden genellikle dışarıda yiyorum. bugün de dışarıdaydım, ve yalnız yedim.

Yalnız yemek aslında beni hiç rahatsız etmez, hatta daha rahat olurum, yediğime odaklanıp kimseyle konuşmak ya da kimseyi dinlemek zorunda olmadığım için. Ama bugün rahatsız oldum. Koca lokantadaki tek talnız oturan insan bendim. Bazen, insanları izleyince sanki içlerinde en ciddisi ve diğerlerine en uzağı benmişim gibi geliyor. Hepsi benden daha rahat ve daha mutlu görünüyorlar.

Orada öyle otururken acaba işimi ne kadar iyi yapıyorum, aslında "ne kadar kötü yapıyorum" diye düşünüyordum. Böyle düşünürken de kendimi çok mutlu hissetmemem normal. En iyisi olmalıyım, ya da en azından en iyilerden biri. Bu işte hala iyi değilim. Hala hata yapıyorum, dikkatsiz davranıyorum ve saçma sapan sorular soruyorum. Bu beni çok yoruyor.

İş yerindeki vahşi "jungle" ortamını kafama çok takıyorum belki. Bu fikre alışmam gerek, dünyanın ve de iş ortamının vahşi bir savaş alanı olduğu, insanların bu savaşta çok acımasız olabildikleri fikrine, ve benim her zaman çok güçlü olmayabileceğim gerçeğine...

8 Mayıs 2007 Salı

akşam mesaisine mola, ve küçük günlük hikayeler

daha önce de yazdığım gibi, bu blogu kaybetmemeye çalışıyorum.

ofiste oturuyorum, maslak köyünde 50 kişinin bir arada çalıştığı bir ofisteyim. herkes çıktı. ben de çalışmaya biraz ara verdim. müzik dinliyorum. vega, "ankara"yı çalıyor. eski kasvetli okul günlerimi hatırlatıyor bana.

kendi çalışma odası olanlara o kadar özeniyorum ki. misal aşağıdaki işyeri doktoru...

maslak berbat bir yer. kümes gibi gecekonduların 100 metre ötesinde trilyonluk dairelerin olduğu siteler, berisinde iş merkezi olma iddiasındaki binalar. bunların arasında karaksı'nın sokaklarından bile daha kötü yollar, ne adam yürüyebiliyor ne araba... insancıkların nefes almak ve yemek yemek için uğrayabileceği uyduruk, kaçak ama sahiplerinin senden benden herkesten daha fazla para kazandığı büfeler... her akşam servisim nereye parketmiş tantanası, ve çürük çarık yollarda sekerek yürümeye çalışan yüksek topuklar... böyle bir yer ancak bizim ülkemizde olabilirdi zaten. var da nitekim...

kocacığım arasın diye bekliyorum. bu telefon da hiç çalmaz ben beklediğimde. eskiden de böyleydi zaten. niye kocacığının aramasını bekliyorsun diyeceksin, sayfamı okuyan kişi, varsan eğer. akşam küstüm de ben ona geç yattı diye. o yatmayınca ben de uyuyamıyorum çünkü karanlıktan korkuyorum, karanlıktan korktuğum için yalnız yatınca yan odanın ışığını açıyorum. ama o zaman da aydınlık oluyor, dalsam bile derin uyuyamıyorum. işte bu yüzden dün gece şenol gelene kadar uyuyamadım. o geldikten sonra da ona küstüm. haberi var mı bilmiyorum... :)

hadi ben işime ve vega şarkılarıma döneyim.