9 Ağustos 2008 Cumartesi

bir cumartesi gecesi sıkıntısı

Çok zamandır yemek haricinde bir konuda yazı yazmadım.
İlginç bir hayatım olmadığından olabilir mi? Ne de olsa doktora yapan biriyle evli olduğumdan planladığım ya da istediğim her aktiviteyi yapamıyorum.
Bu cumartesi akşamı için de bilgisayar başında oturmaktan başka planlarım vardı. Çubuklu Hayal Kahvesi'nde yer ayırtmıştım. Gece birlikte dışarıya çıkmayalı o kadar uzun zaman oldu ki... Üstelik, geçenlerde sevgili kocacığımın doğumgününü unutarak evimizin ayısı sıfatını üstüme almışken, hem ona karşı bir özür hem de yoğun işlerimiz arasında bir nefes olur diye düşündüm. Ve ona da sordum, cumartesi gideriz di mi diye. Her zamanki gibi tabii gideriz dedi. Ama ondan sonra akşam olup sıra hazırlanıp gitmeye gelince, başım ağrıyor, uykum var, makalemi hazırlamam lazım vs vs gibi bahaneler dizildi önüme. Bir de başlıbaşına iptal etmiş olmamak, yalnızca ertelemiş olmak için "yarın gitsek olmaz mı canım?". Olur, olur da, yarın olsun bakalım gidecek miyiz?
Ben de yine, bir kez daha, haftasonu planlarıma kocamı dahil etmemek konusunda karar verdim.
Yazın başında arkadaşlarımızla birlikte, daha doğrusu benim liseden arkadaşlarımla birlikte Adalar'a gitmeye karar vermiştik. Şenol'un yine bir işi çıktığından gelemedi. Neyse ki onu bırakıp gitmeme bozulmuyor. :) Ben de onsuz gittim. Nurhak'ın zavallı eşi Recep de bu yüzden dört kıza yalnız başına bekçilik etmek zorunda kaldı.
Burgaz Ada'ya gittik ve öğretmenevinde kaldık. Çok konforlu olmasa da beklentilerini düşük tutunca insan oradan çok memnun ayrılabilir. Çok güzel, denize bakan bir bahçesi var. Bahçedeki dut ve erik ağaçlarından meyve topladık. Tam da dut zamanıydı ve tabak tabak dut yedik. Böyle küçük yerlerde sevdiğim bir şey de insanların yakınlığı, komşu masa dut toplayınca bizim payımıza da kocaman bir tabak dut düştü.
Her ne kadar denize girecek güzel bir yer bulamasak da, gittiğimize değdi diyebilirim. Nihayetinde İstanbul'dan uzaklaşmak bile yetiyor.
Adalar hakkında bu kez öğrendiğim denize girmek için buraya gelinmemesi gerektiği oldu. Bir kaç kişiye nereye gidebileceğimizi sorduk, bize önerdikleri Kalpazan Kaya denen yer çok kayalıktı ve çevre de çok kirlenmişti. Yine de çok kalabalıktı. Gerçi o kadar kalabalık ve pis olmasa güzel denilebilir, çam ağaçları ve deniz, sonuç olarak. Ama halkın içine karıştığım her seferinde insanımızı biraz daha az seviyorum. O ağaçların altına o çöpleri, poşetleri atan insanlara şiddet uygulamak geçiyor içimden. geldin, eğlendin, çöpünü götürsene, değil mi? Oraya çöp kamyonunun gelip temizlik yapmayacağı aşikar...
Neyse, güzel tarafına bakalım. Kendimize çöplerden uzak bir yer bulduk, denize girip güneşlendik. Akşam öğretmenevine dönüp denize karşı güzel bir rakı balık oturumu yaptık. Eee, ne de olsa Burgaz Ada'ya gelmişiz, Burgaz Rakı'nın tadına bakmadan olmaz dedik. Aylin, daha önce hiç rakı içmediğini söyledi, ilk yudum da hiç hoşuna gitmedi ama, sonrasında bir baktık, maşallah herkesten önde gidiyor :)
Pazar günü Kınalı Ada'ya gittik, denize girecek daha güzel bir yer bulma umuduyla. Ama bulamadık. Her yer kayalık ve insanlar kayalara kumsal muamelesi yapıp her karışı doldurmuşlar. 15 milyon insanın yaşadığı bir şehir ne de olsa burası...




Hiç yorum yok: