31 Ocak 2009 Cumartesi

Şam Tatlısı





Kurban bayramında Antakya'ya gittiğimizde annem şam tatlısı yaptı. Çocukluğumda yediğim lezzetin aynısı. O kadar güzel ve o kadar kolay bir tarif ki, eve gelince yapıp iş yerindeki arkadaşlarımla paylaşmak istedim. İlk denemem fena değildi, ama ufak tefek kusurları vardı, hamuru çok kalın dökmüştüm ve biraz daha iyi pişebilirdi. İkinci denemem buraya eklenebilecek kadar güzel oldu. Şam tatlısında son nokta. Herkesten çok iyi puan aldı :)

Malzemeler:
Yarım kilo irmik
1 yumurta
1 su bardağı yoğurt
3,5 su bardağı şeker
1 su bardağı ceviz içi
1 yemek kaşığı toz tarçın
kabartma tozu
vanilya
1 limonun kabuğu

Önce bir yumurtayla 1 bardak şekeri karıştırıyoruz. Ben karıştırmak için mikser değil tel çırpıcı kullandım ve çok çırpmadım. Çünkü hamurun öyle kek hamuru gibi kabarmasını istemiyoruz.
Buna 1 bardak yoğurdu ekliyoruz. Şeker eriyene kadar karıştırıyoruz.
Üzerine yarım kilo irmiği ekliyoruz. Size fazla gelebilir, ancak hamurun kek hamurundan daha kıvamlı olması gerekiyor.
Kabartma tozu, vanilya, bolca tarçın ve limon kabuğu rendesini de ekleyerek karıştırıyoruz.

Hamuru yaydığınız zaman kalınlığı 3 cm'den fazla olmamalı, buna uygun boyutlarda tepsi kullanmalısınız.

Hamurun bir kısmını tepsiye yaydıktan sonra üzerine kalıca doğranmış ceviz içi döküyoruz. Cevizlerin üzerini örtecek kadar hamur yayıyoruz. Tatlının altı ve üstü kızarana kadar pişiriyoruz. Ben sanırım 200 C'de pişirdim.

Tatlı pişerken bir yandan da üzerine dökeceğimiz şerbeti hazırlıyoruz.
Bunun için 2,5 bardak şekere 2,5 bardak su ekleyerek kaynatıyoruz. Buna bir kaç damla limon suyu ekleyebiliriz. Bu tatlının şerbetinin çok koyu kıvamlı olmaması gerekiyor.
Pişen tatlıyı fırından çıkarıp ılımasını bekledikten sonra dilimliyoruz. Bunun usulü baklava dilimi şeklinde kesmektir. Sonra da şerbetini döküyoruz.

30 Eylül 2008 Salı

Bayram

Bayramda evdeyiz. Hiçbir yere çıkmak istemiyorum. Bıraksalar bir ay evden çıkmadan tüm günü koltukta yatıp zap yapıp televizyon seyrederek, kitap okuyarak, yemek yiyerek ve birini yapmaktan sıkıldığımda diğerini yaparak geçirebilirim. İşe dönmek istemiyorum. Geçen hafta işte çok kötü geçti, saçma sapan insanların saçma davranışları beni o kadar çok sinirlendiriyor ki... Cuma günü bir toplantıda sinirden ellerim titriyordu.
Arife günü oruk (içli köfte) ve kömbe yapacaktım. Ama yorgunluktan ve moral bozukluğundan günlerdir mutfağa girmiyorum. Yemekleri Şenol yapıyor, çayımı getiriyor, ben düzelene kadar... Artık depresyondayım diyebiliriz...

20 Eylül 2008 Cumartesi

etli bamya



Geçen haftasonu hem cumartesi hem de pazar akşamları yemekte misafirlerimiz vardı. Yemeklerin tarifini yazabileyim diye kendi kendime malzemeleri ölçerek kullanacağıma ve fotograflarını çekeceğime söz vermiştim. Ama tabii o telaşta yapamadım...

Yuvarlama ve aşur (keşkeğe benzer bir Antakya yemeği) yaptım. Tarifler ve fotograflar başka bir zamana.

Bugün bamya yaptım. İnanmayabilirsiniz ama benim en sevdiğim yemeklerden biri... Hani şu Axess reklamındaki gibi, "bir insanın en sevdiği yemek bamya olabilir mi?". Yapmayı bilirseniz olabilir, neden olmasın...

Malzemeler (3-4 kişilik):
Yarım kilo bamya (küçüklerinden seçilmeli, öyle kocaman kocaman bir kaç parçaya bölünerek yenilenlerinden değil),
200 gr parça kırmızı et
1,5 kg olgun kırmızı domates
2 diş sarmısak
yarım su bardağı haşlanmış nohut (olmasa da olur)
2-3 kaşık sıvı yağ
2 limon

Yapılışı:
Buzlukta haşlanmış nohut bulundurmuyorsanız bamyaları ayıklamaya başlamadan düdüklü tencereye bir miktar nohut ve su koyup pişmeye bırakın.
Ne de olsa mutfakta da paralel prosesi arttırmaya çalışmalıyız. :)
Bamyaları ayıklayın. Yemeğin suyunun sünmemesi için sapları koni şeklinde kesin (ortasındaki delikler görünmeyecek şekilde).
Kuşbaşı doğranmış et sıvı yağda yavaş ateşte kavurun.
Bu arada domatesleri soyun ve doğrayın.
Kavrulmuş olan ete domatesleri ekleyin.
2 diş sarmısağı, 1 limonun suyunu ve tuz ekleyin.
Domateslerin suyunu çekip tencerenin dibine tutmasını bekleyin.
Bu arada bamyaları yıkayın. Sünmemesi için limonlu suda biraz bekletin.
1 lt kadar soğuk suyu artık iyice pişmiş olan domateslere ekleyin ve limonlu suda bekleyen bamyaları da süzerek tencereye atın.
Haşlanmış nohutları da ekleyin.
Yarım saat kadar bamyaların pişmesini bekleyin.

Afiyet olsun...

2 Eylül 2008 Salı

Ramazan'da olmazsa olmaz meyan şerbeti



Ramazan’ın ilk haftası annem bizde. Annem ilk iftar sofrasını hazırlamak için uğraşırken dolapta yaz tatili dönüşü Antakya’dan getirdiğim meyan köklerini bulmuş. Ramazan’ın ilk günü bu elime geçtiyse şerbet yapmasam olmaz diye düşünmüş.

Akşam geldiğimde buzlukta bir sürahi meyan şerbeti vardı.

Tabii buna biz şerbet diyoruz ama kardeşim ve eşim bunun şerbet değil zıkkım olduğunu düşünüyorlar....Tadı oldukça kendine has, hiçbir şeye benzemez. İçtikten sonra ağızda bıraktığı tat ise uzun süre kalır. Ramazan’da naylon poşetler içinde, bir parça buzla eve getirilmesi adettendir...

Ben daha önce meyan şerbeti yapmayı denemiştim ama pek bir şeye benzemediği için (demi çok az olmuştu) ne fotografını çekmiştim, ne de tarifini yazmıştım.

Annem kökü kullanırken eli bol davranmış, bir sürahinin yarısına kadar kök doldurup üstüne su eklemiş. Bir kaç saat bekledikten sonra temiz bir tülbentle süzmüş.

Sonuçta ortaya çıkan şerbet de oldukça koyu renkli ve yoğun lezzetli olmuş. Ben biraz su ekleyerek içtim.

9 Ağustos 2008 Cumartesi

bir cumartesi gecesi sıkıntısı

Çok zamandır yemek haricinde bir konuda yazı yazmadım.
İlginç bir hayatım olmadığından olabilir mi? Ne de olsa doktora yapan biriyle evli olduğumdan planladığım ya da istediğim her aktiviteyi yapamıyorum.
Bu cumartesi akşamı için de bilgisayar başında oturmaktan başka planlarım vardı. Çubuklu Hayal Kahvesi'nde yer ayırtmıştım. Gece birlikte dışarıya çıkmayalı o kadar uzun zaman oldu ki... Üstelik, geçenlerde sevgili kocacığımın doğumgününü unutarak evimizin ayısı sıfatını üstüme almışken, hem ona karşı bir özür hem de yoğun işlerimiz arasında bir nefes olur diye düşündüm. Ve ona da sordum, cumartesi gideriz di mi diye. Her zamanki gibi tabii gideriz dedi. Ama ondan sonra akşam olup sıra hazırlanıp gitmeye gelince, başım ağrıyor, uykum var, makalemi hazırlamam lazım vs vs gibi bahaneler dizildi önüme. Bir de başlıbaşına iptal etmiş olmamak, yalnızca ertelemiş olmak için "yarın gitsek olmaz mı canım?". Olur, olur da, yarın olsun bakalım gidecek miyiz?
Ben de yine, bir kez daha, haftasonu planlarıma kocamı dahil etmemek konusunda karar verdim.
Yazın başında arkadaşlarımızla birlikte, daha doğrusu benim liseden arkadaşlarımla birlikte Adalar'a gitmeye karar vermiştik. Şenol'un yine bir işi çıktığından gelemedi. Neyse ki onu bırakıp gitmeme bozulmuyor. :) Ben de onsuz gittim. Nurhak'ın zavallı eşi Recep de bu yüzden dört kıza yalnız başına bekçilik etmek zorunda kaldı.
Burgaz Ada'ya gittik ve öğretmenevinde kaldık. Çok konforlu olmasa da beklentilerini düşük tutunca insan oradan çok memnun ayrılabilir. Çok güzel, denize bakan bir bahçesi var. Bahçedeki dut ve erik ağaçlarından meyve topladık. Tam da dut zamanıydı ve tabak tabak dut yedik. Böyle küçük yerlerde sevdiğim bir şey de insanların yakınlığı, komşu masa dut toplayınca bizim payımıza da kocaman bir tabak dut düştü.
Her ne kadar denize girecek güzel bir yer bulamasak da, gittiğimize değdi diyebilirim. Nihayetinde İstanbul'dan uzaklaşmak bile yetiyor.
Adalar hakkında bu kez öğrendiğim denize girmek için buraya gelinmemesi gerektiği oldu. Bir kaç kişiye nereye gidebileceğimizi sorduk, bize önerdikleri Kalpazan Kaya denen yer çok kayalıktı ve çevre de çok kirlenmişti. Yine de çok kalabalıktı. Gerçi o kadar kalabalık ve pis olmasa güzel denilebilir, çam ağaçları ve deniz, sonuç olarak. Ama halkın içine karıştığım her seferinde insanımızı biraz daha az seviyorum. O ağaçların altına o çöpleri, poşetleri atan insanlara şiddet uygulamak geçiyor içimden. geldin, eğlendin, çöpünü götürsene, değil mi? Oraya çöp kamyonunun gelip temizlik yapmayacağı aşikar...
Neyse, güzel tarafına bakalım. Kendimize çöplerden uzak bir yer bulduk, denize girip güneşlendik. Akşam öğretmenevine dönüp denize karşı güzel bir rakı balık oturumu yaptık. Eee, ne de olsa Burgaz Ada'ya gelmişiz, Burgaz Rakı'nın tadına bakmadan olmaz dedik. Aylin, daha önce hiç rakı içmediğini söyledi, ilk yudum da hiç hoşuna gitmedi ama, sonrasında bir baktık, maşallah herkesten önde gidiyor :)
Pazar günü Kınalı Ada'ya gittik, denize girecek daha güzel bir yer bulma umuduyla. Ama bulamadık. Her yer kayalık ve insanlar kayalara kumsal muamelesi yapıp her karışı doldurmuşlar. 15 milyon insanın yaşadığı bir şehir ne de olsa burası...




patates boranyesi ve etli pilav

Okulda bir ders için hazırladığımız blog'a eklediğim eski bir yemek tarifini buraya almak istedim. Kısa bir süre önce bu kaybolmuş yazıma güzel bir yorum geldi ve çok sevindim.
**********************************************************************
Bu bölümü ne yazık ki (acaba ne mutlu ki mi desem?) Türkçe yazacağım. Çünkü İngilizce bilgim yemek tariflerini İngilizce yazmaya yetmiyor.

Hafta sonu çok güzel ve kolay bir Antakya yemeği yaptım. “Boranye” denilen tarzda yemekler ıspanak, kabak gibi sebzeleri sevmem ve yemem diyen insanlara şiddetle tavsiye ettiğim ve her seferinde çok beğendiklerini gördüğüm yemeklerdir. Bu kez ben patatesle yaptım.

Öncelikle haşlanmış et ve nohuta ihtiyacımız olduğu için düdüklü tencereye yıkanmış parça eti ve nohutu koyuyoruz (genellikle miktarları ölçmem ama fikir vermesi açısından burada yazacağım–yarım kilo kadar et ve 250 gram kadar nohut). Üzerine bolca soğuk su koyup kapagını kapatıyoruz. Yalnız bu noktada dikkatli olmak lazım, kapagı kapatırken düdüğün açık olmasına ve fazla havanın dışarıya çıkmasına izin verilmesi gerekir ki sonra yüksek basınç başımıza iş açmasın. Tencere “ötmeye” başladıktan sonra kısık ateşe alıp yaklaşık yarım saat etin ve nohutların pişmesini bekliyoruz. Bu arada patatesleri (iki büyük patates) soyup küp şeklinde doğruyoruz ve haşlıyoruz (çok dağılmamasına dikkat edin).

ayrıca bir kapta bolca yogurdu (yarım kilo kadar) iyice çırpıyoruz (ben taze yoğurt yerine annemin Antakya’dan getirdiği pişmiş yoğurdu-tuzlu yoğurt deriz- kullandım. süzme yoğurt da kullanılabilir).

ardından haşlanmış etle nohutu haşladığımız papateslere karıştırıyoruz. çırpılmış yogurdu ekliyoruz ve pişirmeye devam ediyoruz. bu yemek çorba kıvamında olacak o yuzden gerekirse su eklenebilir. biraz (bir çorba kaşığı) tereyağı, bolca kuru nane, tuz, azıcık kırmızı pul biber ve karabiber ekleyerek yemeğimizi bitiriyoruz.

Ben et ve nohut miktarını abartmış olduğum için yemekten arta kalan et suyu, et ve nohutla bir de pilav yaptım. Senol’un tabiriyle düğün yemeği gibi oldu. hatta yediği en güzel pilav olduğunu bile söyledi. Bu övgüleri benim yemek yapma çabalarımı destekleyerek çıkar sağlamak için dizmediğini düşünüyorum.

aynı yoğurtlu sosun içinde et ve nohutla birlikte patates yerine ıspanak kullanılarak yapılan “ıspanak boranyesi” ve kış kabağı kullanılarak yapılan “kabak boranyesi” ise harika lezzetlerdir. tavsiye edilir. gerçi bu yazıyı pek insanın okuyacağını sanmıyorum ama, yine de her yazı birileri okusun diye yazıldığından demek içimde küçük bir okunma umudu varmış

istanbul imambayıldısı



Adı istanbul imambayıldısı, ama bir Antakya yemeği. Tam bir yaz yemeği...

Malzemeler
1 kg patlıcan
1 kg domates
1 baş sarmısak
1 soğan
kuru nane
zeytinyağı

Patlıcanları alacalı soyun ve ince uzun kesin.
Kestiğiniz patlıcanları zeytinyağında kızartın. Bu yemekte kızartma için kesinlikle zeytinyağı kullanılmalı.
Bu arada domateslerin kabuklarını soyun, doğrayın ve suyunu çekene kadar ayrı bir tencerede pişirin.
Soğanı piyazlık doğrayın.
Sarmısakları soyun ve bütük parçalar halinde doğrayın
Patlıcanlar kızardıktan sonra tencerede kalan fazla yağı alın ve soğanı yumuşayana kadar az zeytinyağında çevirin.
İyice pişmiş olan domatesi, patlıcanları ve sarmısağı soğana ekleyin ve pişmeye bırakın. 5 dk kadar kaynaması yeterli.
Üzerine kuru nane serpin.

Afiyet olsun.