8 Mart 2008 Cumartesi

yalova ve sudüşen şelalesi















Geçen haftasonu Alper ve Emine ile Yalova'ya gittik. Bütün kış boyunca kaplıcaya gitmek için Yalova Yalova diye tutturdum. En sonunda gidebildik. Ama bir hamam sefası yapamadım. Onun yerine açık havada sıcak su keyfi yaptık. Kesinlikle tavsiye edilir :)

Gebze'den feribotla karşıya geçtik. Bu yolculuğu çok seviyorum. Deniz manzarasında çay içerek, martıların fotografını çekerek yolculuk yaptık.

Amacımız öncelikle kaplıcaya gitmek değil, Sudüşen Şelalesi'ni bulmaktı. Elimizde harita, yola koyulduk. Bir tabelada 'yeşil-mavi yol' diye tarif edilen yoldan şelaleyi bulduk.

Doğu Karadeniz'deki gibi içilesi berraklıkta sular karşılamadı bizi ama açık havayı ve ormanı görünce nereye atılacağını bilemeyen çocuklar gibi şenlendik.

Ormanda gezinip nefes aldıktan ve fotograf çektikten sonra Termal'e doğru yola koyulduk. Temiz hava bizi acıktırmıştı. Her zaman olduğu gibi orman görünce aklına mangal yapmak gelen kocacım, bir dahaki sefere hazırlıklı gelmemiz gerektiğini söyledi. Böylece, piknik kozunu kullanarak bir kez daha gitmek için onu kandırabilirim.

Termal'de Acarlar Asri Lokantası'nda çok güzel bir yemek yedik. Lokanta içindeki taş fırında odun ateşinde pişmiş kebaplarımız çok lezzetliydi. Hele sıcacık pideler ve yandaki kahvehaneden gelen demli çay mükemmeldi.

Ardından havuza gittik. Soyunma kabinleri açık havada olduğu için suya girene kadar biraz üşüdük, ama suyun içi çok güzeldi. Suyun sıcaklığı çok iyi ayarlanmıştı, ne çok sıcak, ne de soğuk. Bir saatten fazla bir süre kalmamıza rağmen, genellikle kaplıca havuzlarında olduğu gibi, sıcaktan bayılmadık. Kar yağarken de bu havuza girmeli diye düşünüyorum. Ne yazık ki havuzdan çıktığımızda hava kararmıştı, kaplıca bölgesinde fotograf çekemedim, o kadar da güzeldi ki... Bir kez daha gitmek için iyi bir sebep...

mualla


yeşil mercimek, patlıcan ve nanenin eşsiz uyumu, 'mualla'. güzel bir kadın adına benziyor, ama bir antakya yemeği.

yazın yaz, kışın kış sebzesi yemeyi alışkanlık haline getirmeme rağmen, patlıcanı çok seven kocacığımı kıramadım ve bugun mualla pişirdim.

malzemeler:
1 su bardağı yeşil mercimek
1 kilo patlıcan
1 baş kuru soğan
kuru nane
yarım çaybardağı zeytinyagı
2-3 diş sarmısak

Yeşil mercimeği yumuşayana kadar haşlayın.
Patlıcanları alacalı soyup uzunlamasına kesin.
Soğanları piyazlık doğrayın.
Yeşil mercimek yumuşayınca suyunu süzün (ben suyunu çektirerek pişirme taraftarıyım), soğan, sarmısak ve nane ile karıştırın. Tuzunu unutmayın.
Geniş bir tencerenin dibine patlıcanları dizin. Üzerine mercimekli karışımdan yayın. Birkaç kat yapabilirsiniz.
Zeytinyağını ekleyin. Annem bu yemeği yaparken en kolay unutulan adımın zeytinyağı koymak olduğunu söyler. Çünkü diğer yemekler gibi tencerenin dibine değil, en üste koyuluyor. Neden öyle bilmem... ama bu yemeğin usulü böyle. Ben bir kez nane koymayı unutmuştum :)
Kısık ateşte patlıcanlar ve soğanlar yumuşayana kadar pişirin. Çok az (yarım çay bardağı kadar) su ekleyebilirsiniz. Ancak Antakya mutfağının sebze yemeklerinin sırrı su eklemeden pişmeleridir, bunu da not edeyim.
piştikten sonra üzerinde bir kaç kaşık çiğ zeytinyağı gezdirin. Ben çiğ zeytinyağı tadını çok seven biri olarak böyle yapıyorum.

29 Şubat 2008 Cuma

böreği kandırmak






Uzaktan matem bu kadar olur, aklımıza düşünce gözümüzden süzülen bir kaç damla yaş, sonra yine günlük işler ve hayata devam ederiz.


Cuma akşamı yemeğimiz, börek. Akşam geç gelmeme rağmen üşenmedim ve börek yaptım.
Bu böreği yapmak çok kolay, ama çok da lezzetli. İddia ediyorum, benim diyen su böreğinden daha güzel oluyor.


Önce yarım kilo un, su, tuz ve 2 yumurtadan yumuşak bir hamur yaptım. Yine mikserin hamur yoğurma aparatını kullandım. Bu arada yaklaşık 400 gram kıymayı kavurmak için ocağa koymuştum. Kıymalar kavrulana kadar iki büyük soğanı doğradım. Kıymaya bunları da ekledim ve ateşin altını kısarak pişmeye bıraktım.

Diğer yanda 1 çaybardağı kadar tereyagı erittim.

Merdane yardımıyla hamurdan kopardığım mandalina büyüklüğündeki parçaları teker teker açmaya başladım. Bir parçayı bir karış çapında açıp, unlarını iyice sirkeleyip bir kenara bıraktım. Üzerine 3 tatlı kaşığı eritilmiş tereyağını gezdirdim ve hamurun her tarafının yağlanmasını sağladım. İkinci parçayı da açıp bunun üzerine koydum. Hamurun üstünü yağladım. Bu sekilde 5-6 kat olana kadar devam ettim. En üstteki hamurun üstüne yağ koymadım. Bu yağlanmış hamur katlarını, tereyağının donması için buzdolabına kaldırdım. Yine benzer şekilde ikinci bir parça daha hazırladım. İkinciyi hazırlayan kadar birincisi yeterince soğumuştu. Dolaptan cıkardım ve fırın tepsisi genişliğinde, kalınlıgı yaklaşık 0,5 cm olacak şekilde, merdaneyle genişlettim.

Ben bunları yapana kadar kıymaya kattığım soğanlar da pişmişti, karabiber, kırmızı biber ve tuz ekledim. Bu karışımı tepsiye yaydığım hamurun üstüne döktüm. İkinci hamur parçasını da dolaptan çıkarıp yine tepsi boyuna gelecek kadar incelttim ve kıymalı karışımın üstüne kapattım. Hamurları kenarlardan sıkıştırarak yapıştırdım. Böreğin üzerine yoğurt sürüp susam (antakya ağzında 'küncü') ve çörekotu serptim.

150 derecelik fırında altı ve üstü kızarana kadar yaklasık yarım saat pişirdim.


Yufka açmayı bilmeden çook güzel bir börek yaptım, annemin deyimiyle, "böreği kandırdım".
Deneyin, hazır yufkayla yapılıp da kendini börek sananlara bir daha inanmayacaksınız :)

27 Şubat 2008 Çarşamba

Matem

Yazmamak mümkün mü? Yazmak da mümkün değil. İçimden geçenleri sözlere dökmek mümkün değil. Her gün şehit haberleri... 4 gün mü oldu, 5 gün mü oldu, 25 şehit. Gencecik, hayatlarına kaldıkları yerden devam etmek için görevlerini yerine getirip dünyalarına dönmeyi bekleyen 25 insan.

Dün rüyamda büyük, eski, ahşap bir konakta gördüm kendimi. Girişi soğuk, koyu renkli taştan yapılmıştı. Kapısı da ahşap, ahşap bile denmez, sıra sıra tahtaların birleştirilmesinden yapılanlardan, ve de demir çengelli... Biryerlerden kaçıp gelmiştik oraya, eşimle, ama kocam da değilmiş sevgilimmiş. Birşeylerden kaçmışız. Yalnızlık duygusunu ve karanlığı hatırlıyorum. Yalnızlık da vardı. Büyük ve karanlık salonda ışık yakmadan oturuyorduk, kapı çalındı... Demir çengeli kaldırıp kapıyı açtığımda askerleri gördüm karşımda, kocanı almaya geldik dediler. Yok, demediler de, öyleydi, anladım. İçeriye girdiler, başka erler de vardı etrafta. Yazık, acıkmış biri, komutan dedi ki “bir yumurta çırpsınlar sana, bak dağa çıkıyoruz bulamazsın orada”, evet aynen böyle dedi... Ben de eşimi uğurladım. Sözcükleri hatırlıyorum: “korkma, buluşacağız, gelmezsen öbür tarafta buluşacağız”. Alnının ortasından öpüp gönderdim onu.

Başka bir yolu olmalıydı, ne bizden ne “onlardan” bu kadar cana kıymadan... Çünkü can, geri getiremeyeceğiniz tek şey... Dünya batsaydı da ölmeseydi, demez mi şimdi onları özleyenler?

16 Şubat 2008 Cumartesi

antakya usulü ıspanaklı börek




Antakya'da yaptıgımız ıspanaklı börek, diğer yemeklerimiz gibi başka yerde yapılanlardan farklıdır. Mayasız hamurun zeytinyağında elde inceltilmesiyle yapılır. İçinde de ıspanak yanında bolca biber ve çökelek bulunur.
İşte tarifi...
- Hamur için 1 kilo kadar un
Böreğin içi için
- 1 kilo ıspanak
- 3 kalıp çökelek ("kalıp çökelek" ifadesi tanıdık gelmiyorsa, tam olarak yerine geçmese de taze çökelek ya da daha iyisi keskin lezzetli eski bir peynir kullanılabilir)
- 3 yemek kaşığı biber salçası
- yarım çay bardağı zeytinyagı

Önce mikserin hamur yoğurma ucunu kullanarak un, tuz ve sudan oluşan bir hamur hazırladım. Mikserle, elde olduğundan çok daha güzel hamur yoğruluyor. Hamuru dinlenmeye bırakıp ıspanakları yıkadım ve doğradım. Doğradıktan sonra 1 tatlı kaşığı kadar tuz serperek elimle iyice yogurdum. Çökeleği, biberi ve zeytinyağını ekleyerek karıştırdım.
Hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar koparıp, derin ve geniş bir tabakta bolca zeytinyağında elimle açtım. Hamur mayasız olduğu ve zeytinyağının içinde yüzdüğü için ben açtıkça hamur geri geliyordu. Eskiden annemi bunu yaparken seyrederdim, bırakınca küçülen hamuru nasıl inceltebildiğini anlamaya çalışırdım. Aslında hamuru inceltmek ve genişletmek o kadar da önemli değil... Çünkü içi koyduktan sonra elimizde inceltiriz. Yaklaşık 10 santimetre kadar genişletebildiğim hamurun içine bolca (dolu dolu 3 yemek kaşığı kadar) iç koyup kapattım ve silindir şekline getirdim. Silindirin bir ucundan tutup yukarı kaldırarak ve elimle hamuru koparmadn mümkün olduğunca uzatarak kendi etrafında kıvırdım. İyice kızarana kadar fırında pişirdim. Bol zeytinyağı kullandığım için -ki kuru olmaması için bol kullanmak gerekir- tepsi yağ doldu. Hamurun yağı çekmemesi için fırından çıkarır çıkarmaz börekleri tepsiden aldım.



10 Şubat 2008 Pazar

nihayet, yemek...

Blogu oluşturmamın temel amacı olan yemekler konusuna nihayet gelebildim.
Bu haftasonu çoook yorgun olmama rağmen Aylin'in annesi bizi yemeğe çağırdığı ve bize içli köfteler yaptığı için daveti reddedemeyip evden çıkmak zorunda kaldım. Gece de saat üçe kadar sevgili kocacıma genetik biliminin javayla buluştuğu yerde yardım etmem gerektiği için çok geç yattım. Ve tüm haftasonu boyunca ona yemek yapmamış oldum. Üstelik, alışverişe de gitmedik. Dolapta salamura yaprak, pirinç ve buzlukta da bayramdan kalma kavrulmuş kıyma bulabildim. işte sonuç... etli yaprak sarması





Tarife gelince, üç ölçü pirinç, bir ölçü kalın bulgur ve bir ölçü de kavrulmuş kıyma kullandım. Göz kararı ayçiçek yağı, karabiber ve tuz ekledim. Yağ konusunda cimri davranmadım, çünkü daha önceki deneyimlerimden yağı az olunca sarmanın kupkuru olduğunu biliyorum. Kalın bulgur kullanmamın sebebi de için tane tane kalmasını sağlamak. Dolmada da pirince bulgur karıştırmayı alışkanlık edindim. Pişmeye yakın, limon suyu ve sarmaların parlak görünmesi için biraz daha yağ ekledim. Hepsi bu.

5 Şubat 2008 Salı

trafik trafik

Bir Salı akşama paşa paşa evime gidip balık pişirip kardeşimi ağırlamayı planlamıştım... Tabii, bu şehirde plan yapmanın çok anlamlı olmadığını artık öğrenmiş olmam gerekirdi. Hava sisli olduğu için vapur seferleri iptal edilmiş. Bu da trafiğin felç olması demek. Tıpkı 14 Şubat’larda olduğu gibi. Yine de şansımı denemeye karar verip servise gittim. Maslak’taki sevgili bankamızın servisleri o kadar güzel bir yerde ki... Şıkıdım şıkıdım giyip havalı plazalarda çalışan insanlar akşam yol kenarında, egzoz dumanları içinde servis aramak durumundalar. Tabii, servisimiz kelimenin gerçek anlamıyla santim santim ilerleyen trafiği yarıp bize ulaşamadı. 45 dakika boyunca zehirli havayı soluyup servisimizi bekledik, ve sonunda pes edip ofise geri döndüm. Bunlardan sonra yeniden işin başına oturmayı canım çekmedi tabii, işte blogumda rezil bir Maslak akşamını anlatıyorum. Burayı yapanları, buraya bu kadar plaza yapılmasına izin verenleri, servislere doğru düzgün yer gösteremeyip de yol kenarında duran araçlara arada sıragözdağı vermek için ceza kesenleri ve hatta burada çalışanları kınıyorum...